Ekolojik YaşamManşet

Boktan meslekler… (fenomeni üzerine) ~2

0

“Çıkıntı” antropolog David Graeber‘in Strike Magazine için yazdığı, John Riordan‘ın çizimleriyle beslediği çarpıcı ve samimi makaleyi,  Strike Magazine‘den aldığımız izinle, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Tuğçe Tuğran‘ın çevirisiyle iki bölüm halinde sunuyoruz.

David Graeber

Yazının ilk bölümü için tıklayınız

***

Eminim ki bu tip söylemler hemen karşı tepkileri davet ediyor. ‘Sen kim oluyorsun da hangi işin gerekli, hangisinin gereksiz olduğuna karar veriyorsun?’ ‘Zaten gerekli iş nedir ki? Sen antropologsun, bunun gereği nedir?’(Gerçekten de bir çok tabloid okuru işimin boşa harcanan devlet parasına güzel bir örnek oluşturduğunu düşünebilir). Ve bir anlamda haklılar da. Bir işin toplumsal değerini nesnel olarak ölçmenin yolu yok.

Dünyaya pozitif katkısı olduğuna inanan bir kişiye kalkıp da bunun aslında böyle olmadığını söyleyecek değilim. Ama ya kendi işinin anlamsız olduğunu düşünen diğerleri? Kısa bir süre önce on iki yaşından beri görmediğim okul arkadaşımla bir araya geldim. Görüşmediğimiz yıllar içinde önce şair, sonra da bağımsız bir rock grubunun vokalisti olduğunu öğrenenince çok şaşırdım. Grubun şarkılarından bazılarını, söyleyen kişiyi tanıdığımı bilmeden, radyoda dinlemiştim. Yetenekli ve yaratıcı olduğu çok belliydi, yaptığı işle insanların hayatını aydınlatmış, daha güzel kılmıştı. Buna rağmen birkaç başarısız albümden sonra kontratını kaybetmiş, borçlar ve yeni doğmuş kızının varlığı onu kendi deyimiyle ‘hayatta yönünü kaybetmişlerin standart tercihi’ hukuk fakültesine gitmeye zorlamıştı.

Şu anda New York’taki önemli bir şirkette kurumsal hukuk danışmanı olarak çalışıyor. İşinin son derece manasız olduğunu, dünyaya hiçbir katkı sağlamadığını ve aslında var olmaması gerektiğini kendisi söylüyordu.

Burada sorulacak çok soru var. Bunlardan ilki şu olabilir: yetenekli şair-müzisyenler için aşırı az, şirket hukuku uzmanları için sonsuz talep üreten bu toplum hakkında ne söylenebilir? (El cevap: eğer dünya nüfusunun yüzde biri servetin en büyük kısmını kontrol ediyorsa, bizim piyasa dediğimiz şey de bu insanların tercihlerini, önemli ve gerekli bulduğu şeyleri yansıtır, başka kimseninkini değil). Daha önemlisi bu tarz işlerde çalışan insanların, bütün bunların farkında olduğunu da gösterir. İşinin saçma olmadığını düşünen tek bir şirket hukuku uzmanı ile tanıştım mı, bilemiyorum. Aynı şey, yukarıda bahsettiğim bütün sektörler için geçerli.

Bir partide tanıştığınızda, hele ki ilginç sayılan bir işiniz varsa (örneğin antropologsanız), kendi işlerini tartışmaktan kaçınan bir maaşlı çalışan grubu var. Bu insanlara birkaç içki verin, işlerinin gerçekte ne kadar yersiz ve aptalca olduğu hakkında tiratlar atmaya başlayacaklar.

Bu derin bir psikolojik şiddettir. Bir insan gizliden gizliye, yaptığı işin aslında var olmaması gerektiğine inanıyorsa, iş haysiyetinden nasıl bahsedebiliriz? Bunun derin bir hiddet ve öfke yaratmaması mümkün mü? Yine de günümüz sisteminin garip dehası burada yatıyor. Yöneticiler bu kızgınlığı gerçekte anlamlı işler yapma şansını yakalamış insanlara yöneltmenin bir yolunu bulmuşlar-tıpkı balık kızartan insanlarda olduğu gibi. Örneğin, genel bir kural olarak bir işin diğer insanlara ne kadar yararı var ise sahibine o kadar az para kazandırdığını söyleyebiliriz.

Önceden de söylediğim gibi nesnel bir ölçüt bulmak kolay değil ama genel bir anlayış geliştirmek için şu soruyu soralım: bir işi icra eden insanların tamamı pat diye yok olsaydı ne olurdu?

Hemşireler, çöpçüler veya tamirciler hakkında ne derseniz deyin, birdenbire yok olacak olsalardı, bunun sonuçlarını hemen ve felaket düzeyinde hissederdik. Öğretmenlerin veya liman işçilerinin olmadığı bir dünya kısa zamanda sıkıntıya düşer, hatta bilimkurgu yazarları ve ska müzisyenleri olmadan daha eksik bir yer olurdu.

Ama genel müdürler, lobiciler, halkla ilişkiler uzmanları, risk yöneticileri, telefonla satış yapan kişiler, mübaşirler ve hukuk danışmanları aynı şekilde yok olsaydı dünyanın bundan nasıl bir zarar göreceği çok açık değil (bazıları daha iyi olacağını bile söylüyor). Yine de birkaç istisna dışında-doktorlar gibi- kaide şaşırtıcı biçimde doğru görünüyor.

Bundan daha da çarpık olan, işlerin böyle olması gerektiğine dair yaygın kanı. Bu sağcı popülizmin gizli güçlerinden bir tanesi. Bunu İngiltere’de görmek mümkün. Tabloid basın kontrat ihtilafları sırasında greve giden yol işçilerini Londra’yı felç etmekle suçlayarak onlara karşı öfkeyi körüklüyor.

Yol işçilerinin Londra’yı felç edebiliyor oluşu, işlerinin gerçekten de vazgeçilmez olduğu gösterir ve insanları asıl kızdıran da bu galiba. Cumhuriyetçilerin, kamuoyunda okul öğretmenlerine ve otomotiv sektöründe çalışan işçilere -sözüm ona şişirilmiş maaşları ve mesleki avantajları yüzünden-karşı öfke seferberliği yaratmakta inanılmaz derecede başarılı olduğu ABD’de bu durum daha da bariz. (Tabii ki bu öfke asla sorunun asıl kaynağı olan okul yönetimleri ve otomotiv sektörün yöneticilerine yönelmiyor). Kendilerine verilen mesaj şuna benziyor: ‘Siz çocuklara bir şeyler öğretiyor, arabalar yapıyorsunuz. Gerçek işleriniz var! Bunun üstüne bir de orta sınıfa hak görülen emeklilik maaşları ve sağlık sigortası istemeye nasıl cüret edersiniz?’.

Eğer birisi oturup sermayenin gücünü muhafaza etmeye yarayan bir çalışma sistemi geliştirmek isteseydi, bundan daha iyi bir iş çıkaramazdı herhalde. Gerçek ve verimli işleri olan insanlar acımasızca, son damlasına kadar sömürülüyor. İnsanlığın geri kalanı ise küresel düzeyde korku içinde yaşayıp nefret edilenler, işsizler ve daha büyük bir grup olarak hiçbir şey yapmaması için maaş ödenen insanlar olarak üçe bölünmüş durumda. Bu son gruptakilerin pozisyonları, yönetici sınıfın (müdürler vs.) bakış açısını ve hassasiyetlerini-özellikle de parasal sembollerini- benimsemeleri için tasarlanmış ve aynı zamanda yadsınamaz bir değeri olan işler yapan herkese karşı da öfke uyandırmayı hedefliyor.

Tabii ki bu sistem bilinçli olarak tasarlanmış değil. Bir yüzyıllık deneme yanılmanın ürünü. Yine de, bu kadar teknolojik ilerlemeye karşın neden hepimizin günde üç-dört saat çalışmadığının tek açıklaması bu.

 

David Graeber LSE (London School of Economics)de Antropoloji Profesörü. Bu makale ilk olarak Strike! ‘da yayınlanmıştır.

 

Yazının ilk bölümü için tıklayınız

Yeşil Gazete için çeviren: Tuğçe Tuğran

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız

(Strike Magazine, Yeşil Gazete)

 

You may also like

Comments

Comments are closed.