Uncategorized

Ekoloji Kolektifi barış süreci için ne diyor?

0

“Barış süreci hakkında ekolojistler ne diyor?” sorusuna Ekoloji Kolektifi tarafından verilen cevabı, uzunluğu nedeniyle bu sayfada ayrı olarak yayımlıyoruz.

İlgili özel haberimizin birinci bölümünü bu bağlantıya, ikinci bölümünü ise bu bağlantıya tıklayarak okuyabilirsiniz.

***

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Bu ifadeyle Anayasa’da vatandaşlığın değil; bir ırk olarak Türklüğün tanımlandığı sıklıkla gündeme gelmiştir. Bu kavramsallaştırma hemen hemen tüm tarihsel ve toplumsal çatışmaların mücadele alanı olarak günümüze kadar gelmiştir. Kapitalist devlet bugün hala ulus devlet modelini aşmış değil. Tartışma hala ulus devlet, vatandaşlık ve vatandaşlık hakları üzerinden yürüyor. Bu nedenle, devlet anayasasında vatandaşlığın ne olduğunu tanımlamalıdır diyenler bir tarafta, Türk olmak vatandaş olmak demektir diyenler diğer tarafta yer aldı. Öte yandan, Türk olmak hem belli bir dine – sünni Müslümanlık- hem de belli bir etnik kökene dayandırıldığından , Türklük ve vatandaşlık arasında kurulan anayasal dilin, etnik ve dinsel bir göndermesi olduğu da bugüne kadar tartışıldı. Şimdi yeni anayasa tartışmaları sürecinde bu vurguların hepsi su yüzüne çıkmış bulunuyor.

Toplumsal bir barışın gerektirdiği anayasal vatandaşlık tanımı nedir? Sorun ontolojik bir boyuta taşındığı için kriz de derin. Konumlar, pozisyonlar ve kavramlar son derece geçişken. Bu nedenle ilkeler temelinde tartışmak da oldukça zor. Öncelikli olarak vatandaşlığı, belli bir ırka ve dine referans yapmadan tanımlama fikrinde mutabık mıyız? Bu soruya karşı kolektif ve güçlü bir evet yükseliyorsa, barışın toplumsal zemini de var demektir. Diğer tüm barış tartışmaları toplum mühendisliği projesi olarak strateji ve taktik gibi savaş kavramlarının ilgi alanına girecektir. Bu zihinsel çerçeve siyasi ve iktisadi seçkinlere aittir. İstihbarat birimlerinin yönettiği müzakere süreci, siyasi kazanımlara odaklı barış retoriği savaşın gerçek mağdurların taleplerini ve özlemlerini karşılamaktan  fersah fersah uzaktadır. Barış kavramı üzerinden yürüyen savaşın şurasında ve burasında geniş halk kesimlerinin tutunamamasının sebebi de budur.

Modern kapitalist devlette yurttaşın tek gücü vardır, o da doğru bilgilenme, alınan kararlara ilişkin söz söyleme ve geleceğiyle ilgili sorumluluk almaktır. Sıradan yurttaş, stratejiyle, taktikle yaşamaz. Kapitalizmin kitlesel olarak siyaset dışına ittiği emekçiler ve ezilenler ancak siyaset sahnesine geri dönebilirlerse yukarıdan, masa başında kotarılan siyasetin içi boşalır ve sahici barışın yolu açılır. Bu demek değil ki egemenlerin attığı adımlar fuzulidir. Tarihin radarına kolay kolay giremeyen kitlelerin önünü bazen bu üstten tartışmaların yarattığı çatlaklar açar.

O halde en başa dönmeliyiz! Şu soru hala havada duruyor, yurttaşlık tanımımızı belli bir dine ve belli bir ırka referanstan kurtarabilecek miyiz? Bir barış süreci bu tartışmayı yapmadan ilerleyemez. Ve evet, barış süreci egemenlerin satranç oyununun ötesine geçecekse bu tartışmayı hiçbir milliyetçi/ulusalcı, militarist ve sermayeci tökezlemeye mahal vermeden yapmalı, bu referanslardan kurtularak yürütmeliyiz. Tartışma süreci aşağıdan yukarı ve kamusal olarak inşa edilmedikçe barış süreci milliyetçiliğin kemikleştirilmesi tehlikesini de barındıracaktır.

Şu anda “barış süreci” adı altında sadece tek tarafın bir irade beyanı ve diğer tarafın “yol vermesi” söz konusudur. Oysa gerçek barış, acil ve gerçek bir demokrasi, taraflar arasında eşitlik, kamusal bir tartışma zemini ve geçmişle bir hesaplaşma gerektirir. Evet, acil ve güncel taleplerin elde edilmesi önemlidir. Baskıcı rejimler, militarist bir atmosfer ve kötü toplumsal politikalar kitlelerin işini kolaylaştırmaz.  Fakat bu talepleri sarmalayan, her halktan emekçinin ortak hayal ve arzularını gerçek bir demokrasiye tercüme edebilecek değişim süreçleri ancak birleşik ve kitlesel hareketlerle yaratılabilir. Bu yüzden sadece “barış süreci”ne ve ona vesile edilen anayasa yapım sürecine değil, bu sürece eşlik edecek, onu demokratikleştirecek, halkın kurucu iradesini canlandıracak, ülkenin batısının özgürleşmesini doğusunun özgürleşmesiyle bir görecek kitlesel ve geniş bir barış “hareketi”ne ihtiyacımız var.

Silahlar tabi ki sussun ama muradımız bu sürece soyut bir kamuoyu bileşeni değil de gerçek siyasi özneler olarak katılmak ise silahlar sustuğunda ne istemediğimizi de düşünmeliyiz. Kurucu ve kolektif irademiz kapitalist işbirliğinin vaat ettiği refaha da, kalkınmacı iyimserliğin ekolojik yıkıcılığına da dur diyebilecek kadar güçlenmeli. Bir sonraki aşamada, kürt emekçilerin de taleplerini genişletecek ve kapitalist ulus devletin sınırlarını zorlayacak demokratik talepleri beraberce kurgulayamazsak siyasi ve iktisadi iktidarın özneleri bu fırsatı doğal olarak daha hegemonik ve sürdürülebilir bir egemenlik kurgulamak için kullanacaktır. Ve muktedirlerin tarihsel bilançosuna baktığımızda bu fırsatı da ellerine yüzlerine bulaştırmayacaklarına ve faturayı yine ezilenlerin ve emekçilerin ödemeyeceğine dair kanıt bulmak pek mümkün değildir.

You may also like

Comments

Comments are closed.