Dış Köşe

İklim değişikliğiyle mücadele ertelenemez -Joost Lagendijk

0
Bu hafta küresel medyanın büyük çoğunluğunun dikkati anlaşılabilir nedenlerden dolayı Brüksel’deki AB zirvesinde olacak.

 

Zira bu zirvenin dünya ekonomisini ani bir resesyona sürükleme tehlikesi olan avro krizine etkili ve inandırıcı bir çözüm bulması gerekiyor. Güney Afrika’nın Durban kentinde ise sonucu insanların çoğunun hayatını kısa vadede etkilemeyeceği için manşetlere çıkarılmayacak olan bir başka zirve düzenleniyor. Bu, BM’nin 2015 ve sonrasında sera gazı salınımlarını azaltmak yönünde çözümler bulması gereken yıllık iklim değişikliği zirvesi. Halbuki Durban zirvesinin başarısı veya başarısızlığı uzun vadede dünyadaki milyarlarca insanın hayatı üzerinde derin bir etki yapacak. Peki tehlikede olan ne?

Yaklaşık yirmi yıl önce İklim Değişikliğine Dair BM Çerçeve Anlaşması, salınımlardaki hızlı artışın yeryüzünü ısıttığına, ekolojiyi tehdit ettiğine ve insanlığın müstakbel refahını riske attığına dair ikna edici iddialar ortaya koyan bilim insanlarının alarm verici bulgularına bir karşılık mahiyetinde oluşturuldu. Yıllarca süren görüşmelerin ardından sanayileşmiş ülkelerin büyük çoğunluğu (bu arada Türkiye de) meşhur Kyoto Protokolü’nü imzaladı ve sera gazı salınımlarını azaltmayı taahhüt etti. Söz konusu taahhütlerin süresi gelecek yıl sona erecek, bu yüzden Durban zirvesinin önündeki mesele Kyoto Protokolü’nü 2012’nin ötesine taşımak ve 2015’te (dünyanın en büyük iki kirleticisi olan, fakat bugüne kadar somut azaltma taahhütlerinden kaçınan ABD ve Çin de dahil) bütün başaktörleri kapsayacak yeni, bağlayıcı bir anlaşmanın yolunu döşemek. Daha önceki iki zirvede uluslararası gayretlerin başlıca odağı, ortalama küresel ısı artışını 2 derecenin altında tutmaktı.

Geçen hafta bu hedefin tutturulamama tehlikesinin çok ciddi olduğunu belirten iki rapor yayınlandı. BM Çevre Programı’nın (UNEP) hazırladığı ‘Salınımlar Konusunda Açığı Kapatmak’ adlı rapor arzu edilen ile gerçekleşen arasındaki giderek büyüyen uçurumu gösteriyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler tüm mevcut taahhütlerini ve sözlerini yerine getirse bile 2020’de salınımlar fazlasıyla yüksek olacak ve ısı artışı 2 derecenin üzerine çıkacak. Daha da kötüsü, sayısal verileri takip eden bilim insanlarının uluslararası işbirliği niteliğindeki Küresel Karbon Projesi, salınımların aslında geçen yıl inişe geçmek şöyle dursun, neredeyse yüzde 6 arttığını gösteren bir analiz yayınladı. Havaya pompalanan yarım milyar ton ilave karbon anlamına gelen bu artış, 2003’ten bu yana en yüksek rakamı işaret ediyor.

Bu haftanın sonunda Durban zirvesinin neticesinin ne olacağını ve sözgelimi AB’nin Çin’le, ABD ve Hindistan gibi ülkelerin inatçı direnişine karşı, umutları canlı tutacak bir anlaşmaya varıp varamayacağını göreceğiz. Bu tartışmada Türkiye bariz şekilde yok, halbuki Türk liderler ülkelerinin örnek teşkil eden küresel bir güç olmak istediğini sürekli söyleyip duruyor. Ne yazık ki bu istek iklim değişikliği için geçerli değil.

Fakat bu küresel zirvelerde beni heves noksanlığından daha fazla endişelendiren husus, Türk siyasetinde zerre kadar telaş emaresinin olmaması. Görünen o ki Türk siyasetçilerin çoğu için iklim değişikliği başka bir âlemde yaşanıyor ve Türkiye’yi hiç etkilemeyecek. Elbette iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin üstesinden, çok uzak gelecekte bir gün gelmek yönünde güzel planlar var.

Olmayan ise bugünden yarına gözle görülür sonuçlar üretebilecek somut öneriler. En büyük kirleticilerden biri olan çimento sanayiini, daha sürdürülebilir bir üretim tarzına geçmeye sevk edecek ciddi girişimler niye yok? TOKİ niye enerjiden yana daha tasarruflu evler yapmıyor? Hükümet niye hâlâ en kirli fosil yakıt olan kömüre dayalı elektrik santralleri inşa etmeyi planlıyor? Onca potansiyele rağmen, temiz ve ucuz enerji kaynağı mahiyetinde güneş enerjisi niye geliştirilmiyor da, Türkiye’nin pahalı doğalgaz ve petrol ithalatına muazzam bağımlılığını sürdürmesinde ısrar ediliyor?

Burada roket biliminden söz etmiyoruz. Dışarıda başarılı örnekler bulmak mümkün. Sağduyu, siyasi irade ve akıllı teknolojilerin doğru bileşimiyle Türkiye, dünyanın iklim değişikliğinin inkâr edilmeyecek ve edilmemesi gereken bir gerçeklik olduğunu kabul etmiş kalanına hâlâ yetişebilir durumda. Dengesiz hava sıcaklıkları, daha fazla sel ve kuraklık, bunlar çoktandır karşımızda duruyor ve kendi kendilerine yok olup gitmeyecekler. Artık bekle-gör politikası için vakit yok. Durban’da da yok, Ankara’da da yok.

Joost Lagendijk – Zaman

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.