Yazarlar

Kentsel Dönüşüm Sorununda Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan I: Batı Kuzey’e Dönüşürken Kentler

0

Güncel anlamını önceleyen bir anlamda kentsel dönüşüm (urban transformation) etkinliklerinin tarihçesi 2. Dünya Savaşını takip eden yıllara kadar gider. Ancak savaş-sonrası dönemde kentleşme ve kentsel dönüşüm sorunları kapitalizmi gelişmiş merkez ülkeler (özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika) ile çevre (perifer) ülkelerde görece farklı tarihsel gelişim çizgileri arzetmişlerdir.

Atlantik Fordizmi ve Kentsel Dönüşüm

Avrupa ve Kuzey Amerika’da savaş sonrası dönemde kent alanlarında savaşın neden olduğu yıkımın tamir edilmesi amacıyla yoğun kentsel yenileme (urban renewal) ve yeniden geliştirme (redevelopment) çalışmaları gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Savaşın yıkıntılarının temizlenmesinden sonra, Atlantik Fordizmi’nin “Altın Çağı” olan 1950’ler ve 60’larda artan gelir düzeyi ve refah devleti uygulamalarıyla palazlanan orta sınıflar, üst sınıflarla birlikte kent merkezlerini boşaltarak banliyölere ve uydu kentlere göç ededurmuşlardır. Buna paralel olarak kent merkezlerine düşük gelirli alt ve alt-orta sınıflar yerleşmeye başlamış; diğer yandan kent merkezlerinde çöküntü alanları ortaya çıkmıştır.

1960’ların ortalarından itibaren Fordist birikim rejiminin krizi belirginleşmeye başlamış, merkez ülkelerde korporasyonlar için endüstriyel faaliyetleri gerçekleştirmek karlılığını yitirmeye; dolayısıyla korporasyonlar merkez ülkeleri terkederek faaliyetlerini ve yatırımlarını ulusal sınırların dışına perifer ülkelere doğru taşımaya başlamıştır. 1970’ler boyunca süren bu “sanayisizleşme” sürecinde merkez ülkelerde kalan entegre endüstriyel tesisler kent merkezlerini terketmeye, merkezlerin etrafında oluşan alt-merkezlere kaymaya ve neticede kentler iktisadi merkezler olarak işlevlerini yitirmeye başlamış; böylece eski kent merkezlerinin alt sınıflara ve çöküntü alanlarına terkedilmesi süreci de ivmelenmiştir. Bu durum karşısında 1970’lerde, başlarda eski kent merkezlerindeki çöküntü alanlarının fiziksel olarak yenilenmesi ve yeniden geliştirilmesine odaklanan kentsel dönüşüm uygulamaları, giderek fiziksel, kültürel ve sosyal çevre unsurlarının kent merkezlerine yerleşen alt sınıflar için iyileştirilmesi (rehabilitation) gibi bir işlevi de içermeye başlamış; terkedilen sanayi alanları ve çöküntü alanları bir yandan fiziksel olarak yenilenirken, diğer yandan iktisadi, kültürel ve sosyal amaçlarla rehabilite edilmiştir.

1980’ler ve Neoliberal Kentsel Dönüşüm

1980’lerde ise merkez ülkelerde hızla gelişen ve sanayinin yerini almaya başlayan hizmet -özellikle finans- sektörü yönetim merkezleri olarak gözünü eski kent merkezlerine dikmiş; böylece eski kent merkezleri tekrar önem kazanmaya başlamıştır. Bu arada Fordizm’in 1970’lerde derinleşen krizi merkez ülkelerde hakim üst-sınıfların ve yönetici seçkinlerin Keynezyan Refah Devleti uygulamalarını şiddetle eleştiren Yeni-Sağ ideolojileri (neoliberalizm ve yeni muhafazakarlık) benimseyerek, iktidara taşımalarına neden olmuş; çok uluslu korporasyonların faaliyetlerini çevre ülkelere yaymalarıyla gelişmeye başlayan “küreselleşme” süreci kentlerin yeni anlamlar ve işlevler kazanmasını hızlandırmıştır. Küreselleşme süreci beri yandan da yerel ve bölgesel ulus-altı entitelerin ve kent-bölgelerin öne çıkmasına neden olmuştur. Bu çerçevede kimi büyük kentler giderek çok uluslu korporasyonların ve küresel finans sermayesinin merkezleri haline gelmeye başlamış ve “küresel kentler” ya da “dünya kentleri” denen olgu ortaya çıkmıştır.

Bu sürecin sonucunda eski kent merkezleri küresel sanayi ve finans sermayesinin ilgi alanına tekrar girmiş, neoliberal kentsel dönüşüm projeleri eski kent merkezlerinin, küresel iktisadi süreçler içerisinde yerel rekabet kapasitesini artırmayı öngören bir stratejik planlama anlayışıyla yeniden canlandırılmasına (regeneration) odaklanmıştır. 1990’ların ortalarına dek süren bu mülk ve rekabet temelli neoliberal kentsel dönüşüm uygulamaları, arsa ve konut pazarlarına dönük tekil prestij projeleri üzerinden yürütülmüş ve sonuçta kentlerin parçalanarak, dokularının bütünlük ve otantizmlerini yitirmelerine neden olmuştur. Artan kent yoksulluğuyla paralel olarak kentli insani çevre sorunları da artmış, kentlerin dokularının iyice yıpranıp, bozunması söz konusu olmuştur.

1990’lar ve Fordizm Sonrası Kentsel Dönüşüm

Öte yandan, 1980’lerdeki KRD’ni hızla tahribeden neoliberal uygulamalar ile 1980’lerin sonlarından itibaren gelişmiş merkez formasyonlardaki birikim rejimlerini giderek daha fazla karakterize etmeye başlayan esnek (ya da düzensizleştirilmiş -disorganized-) iktisadi ve kurumsal ilişkiler, kentlerde gelir adaletsizliğini ve yoksulluğu giderek derinleştirmiş; istihdam güvencesinden ve sosyal güvencelerden mahrum olarak çalışan emekçiler ile göçmenlerden oluşan bir kentli alt-sınıf, bir prekarya sınıfı ortaya çıkıp, kent merkezlerinde kimi temel alt-yapı hizmetlerinden yoksunluk ve sosyal dışlanmışlık içinde yaşamaya başlamıştır. 1 Bu durum karşısında kentli üst-sınıflar kent merkezlerini prekaryalaşmış alt-sınıflardan arındırıp, soylulaştırarak (gentrification), kendi iktisadi amaçları kadar gündelik-yaşamsal amaçları doğrultusunda da yeniden işlevselleştirmek üzere harekete geçmişlerdir.

Böylece kentsel dönüşüm uygulamaları, yerel siyaseti biçimleyen hakim yerel üst-sınıflar tarafından, eski kent merkezlerini prekaryalaşmış alt-sınıfların elinden geri almak amacıyla girişilen bir fetih harekatı haline gelmiştir. Bu üst-sınıf merkezli anlayış 1980’ler ve 1990’larda küreselleşen dünyanın kuzeyindeki hakim kentsel dönüşüm perspektifi olmuştur.

Yeni Bin Yılda Alternatif Kentsel Dönüşüm Arayışları

1990’ların sonlarında ve 2000’lerde kimi ülkelerde, yükselen kentli sosyal hareketler ve çevre hareketinin etkileriyle, “kentli yerleşiklerin ihtiyaçlarına ve insani gelişimine odaklanan” alternatif kentsel dönüşüm anlayışları ortaya çıkmıştır. Bu yeni kentsel dönüşüm anlayışı, Batı Avrupa’da (özellikle İngiltere’de İşçi Partisi eliyle) fiziksel, çevresel, iktisadi, sosyal ve kültürel açılardan çok daha kapsamlı “sürdürülebilir mahalle canlandırma” projeleri ile “alan bazlı” girişimler yoluyla kentli yoksul ve dezavantajlı grupların yaşanabilir konutlar edinmelerine; temel alt-yapı hizmetlerinden yeterince yararlanabilmelerine; temel maddi, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını doyurabilmelerine ve kendi hayatlarını idame ettirebilecek düzeyde kapasite gelişimlerine öncelik vererek onların iktisadi sosyal dışlanmışlıklarına son vermeyi amaçlamış; bu yeni anlayışa uygun projeleri geliştirip uygulayacak özel ve/veya özerk kurumların ve bu süreci destekleyecek kurumlararası ilişkilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Ancak elbette bu alternatif anlayışın Avrupa’da ve İngiltere’de tamamen hakim olup, kent yoksulluğunu tamamen ortadan kaldırdığını; ve/veya kent yoksullarının bütün sorunlarına çözüm oluşturduğunu söylemek de mümkün değildir. Prekaryalaşmış kentli yoksullar, Kuzeyin büyük metropollerinde yeni binyılın ilk on yıllarında da varlıklarını sürdürmüşler, zaman zaman ortaya çıkan isyan dalgalarıyla terkedildikleri kent köşelerinden seslerini duyurmuşlardır.

1Prekarya (precariat: precarious proletariat) son dönem iş ve sınıf sosyolojisinde marjinal sektörde ya da hizmet sektöründe güvencesiz işlerde sosyal güvencelerden yoksun olarak çalışan; ve kimi temel sosyal ve alt-yapı hizmetlerinden yoksun yaşayan yeni kentli, işçi-emekçi sınıf için kullanılan bir terim. Bu aslında post-Fordist esnek çalışma ilişkileri, neoliberalizm ve ekolojik krizin getirdiği risk toplumu koşullarında ortaya çıkan bir sınıf ve kimi “yeni kentli sosyal hareketlerin de merkezi kolektif aktörlerinden birini oluşturuyor.

 

 

Gökçen Özdemir

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.